Bölüm 08: Bedavaya Çalışmayan Sıradan Bir Tip

 “Ames” içerisinde ilk olarak bir han aradı. Şansına, buraya uğrayan fazla maceracı yoktu, yani yeterince boş oda vardı, sadece çift kişilik bir oda tutulmuştu.

“Tek kişilik lütfen.”

“Eh, ah, evet. Af-Affedersiniz… Siz… bir maceracı mısınız?”

“…Evet?”

“Anlıyorum…”

“…?”

Bir şekilde hoş karşılanmadığını hissedip başını eğdi. Bu köye ilk ziyaretiydi, ya da onlara ilk kez bir şey yapışıydı.

Yine de, hancı ona endişeli bir şekilde davranmıştı. Bu onu rahatsız etmişti, odasını ayırttı ve köyü gezmek için gitti.

Ama fark ettiği garip bir şeyler vardı. Her nedense, üzerinde bakışlar hissetti. Ve bu bakışlar tüm yönlerden geliyordu. Etraftaki atmosfer sanki onun davetsiz bir misafirmiş gibiydi.

Aynı hancı gibi, herkes ona kaş çatıyordu. Belki de bu köy yabancıları hoş karşılamıyordu. Neyse, Hiiro sadece bir gece için kalacaktı, yani bunun onu rahatsız etmesine izin vermeyecekti.

“Hey, bayım.”

O sırada, birileri ona seslendi. Arkasına döndüğünde, orada duran bir çocuk vardı. Yedi yaşlarında bir oğlandı. Şüpheli birilerine bakar gibi ona bakıyordu. Tavrını beğenmediği için, Hiiro onu görmezden geldi.

“Hey, beni görmezden gelme!”

Oğlan öfkelendi. Neden bu veletle uğraşmak zorundaydı ki? Hiiro omuz silkeledi.

"Nasıl gidiyor, ufaklık?”

“Bana ufaklık deme! Kendin için garip kırmızı pelerin de giyinme! Rahatsız ediyor!”

“…Niye sen boğa falan mısın?”

Kırmızı pelerini rahatsız etsin diye giymiyordu. Basitçe korunma maksadıyla giyiniyordu. Sabah akşam onu giydikten sonra pelerine karşı ilgisi artmış olsa da.

Altına giydiği siyah okul üniformasıyla birlikte, sürreal bir kombinasyondu, ama Hiiro hiç de umursamıyordu.

“Bayım, bir maceracısınız değil mi? Neden her şeyden ırak bu yere geldiniz?”

“Her şeyden ırak?”

“Buraya her şeyden ırak deme!”

“Diyen sendin.”

Neden bu kadar agresifti ki…? Hiiro buna bir cevap bulamadı, bu yüzden onu görmezden geldi ve bu çok uğraştırıcı olduğu için yürüyüp gitti.

“H-Hey, bekle!”

Boşver, boşver.

“Bekle dedim!”

Görmezden gel.

“Hey, bayım! Beni dinle!”

Sadece bir rüzgar.

“Hey… Lütfen… beni görmezden gelme.”

Sesi gittikçe titremeye başladı. Görmezden gelindiği için üzülmüş olmalıydı. Hiiro hafif bir iç geçirdi ve durdu.

“Ne istiyorsun?”

Onu görmezden gelmeyi bıraktı çünkü onu burada ağlatırsa köyde kalması güçleşirdi. Bunun üzerine, oğlan enerjik bir şekilde gülümsedi, ama onu doğrudan süzmeye devam etti.

“Pf-fff, çok kabasın! Bütün maceracılar hepiniz aynısınız!”

“Ben benim. Beni diğerleriyle aynı kefeye koyma, rahatsız edici.”

Ona kötü şekilde baktığında, oğlanı bir ürperti kapladı.

“…Hah. Ee, n’aber? Etrafı gezmekle meşgulüm, bilirsin.”

“Eh? Neden etrafı geziyorsun?”

“Fark eder mi? Seninle bir ilgisi yok, velet.”

“Uh… Uhh…”

Oğlanın gözleri bir kez daha doldu, bu yüzden Hiiro bir iç çekmeyle şakaklarını ovdu.

“Hah. Sadece zaman öldürüyorum. Buraya daha yeni vardım ve seyahatim sırasında bir günlüğüne kalmayı planlıyorum.”

Oğlana baktı, onu memnun ettiğini umdu.

“Oh? Köyü dolandırmayacak mısın?”

“Dolandırmak mı? Ne dedin sen?”

Oğlana göre, belli başlı maceracılar son zamanlarda köye uğramıştı, normal dükkanlara ve silah dükkanlarına dalıp zorla ürünler üzerinde pazarlık etmişlerdi, ne isterlerse onu yapmışlardı.

“İki kişiden oluşan bir gruptu ve yalandan bir hana dalıp bedavaya kaldılar.”

Dişlerini öfkeyle gıcırdatırken, oğlan yumruğunu sıktı.

“Neden reddetmediniz? Tüm köylülerle onları kovalayabilirdiniz.”

“Bunu yapamayız.”

Hiiro’ya cevap veren, oğlan değildi.

“Ah, Panis Amca!”

Panis denilen adam 30’larının sonunda gözüküyordu. Aslında daha genç olabilirdi, ama kasvetli yüz ifadesi onu yaşlı gösteriyordu.

“Ve sen?”

“Bir maceracıya benziyorsun. Adım Panis. Sıradan bir market işletiyorum.”

Bu iki maceracının kurbanı olduğu anlamına geliyordu.

“Veledin söylediği şeyler doğru mu?”

“Evet, öyle. Şu anda halk marketindeler.”

“…Onları kovalayamayacağını söyledin. Ne demek istiyorsun?”

Panis karışık bir yüz ifadesi takındı ve büyük bir iç çekti.

“Bir nedenden ötürü, köyün tapusunu ele geçirdiler.”

“Hah? Neden buna ihtiyaçları var? Köy şefi bunu her zaman tutmuyor mu?”

“Evet, ama tapu aniden köy şefinin evinden gitti…”

Diğer bir deyişle, ikili onu çalmıştı.

“Ne kadar dikkatsizce. Ektiğinizi biçmişsiniz.”

“Haha, bizi yakaladın.”

Fakat Hiiro’ya başka biri cevap verdi.

“Öncesinde gelen maceracı sen misin? Ben ‘Ames’in köy şefi, Brey.”

“Burada ne yapıyorsun, şef?”

Panis sordu.

“Sizinle aynı. Burada bir yabancı olduğunu duydum, bu yüzden kontrol etmek için geldim.”

Hiiro’nun gelişi anında köy şefine rapor ediliyor ve o da aniden ziyarete gelen maceracıyı kendi gözleriyle görmek için geliyor. Anlaşılan Hiiro’nun sadece sıradan bir maceracı olduğunu gördükten sonra rahatlamıştı.

ÇAAAAAT!

Aniden kırılan tahtanın sesi yankılandı. Herkes geriden gelen sesin kökeniyle yüzleşti. Bir evin kapısı aniden açıldı ve birileri dışarı atıldı.

“Mick!”

Köy şefinin gözleri büyüdü ve bağırdı. Mick denilen adam zemine atıldı ve çömeldi. Ardından onun atıldığı yer olan evde, iki kişi belirdi.

Biri dazla kafalı şişman bir adamdı, ötekisi süpürge benzeri dikenli bir saç stiline sahip ince bir adamdı. Bay Diken Kafa, Mick’e yukardan bakarken tükürdü.

“Keh! Bir daha söylemeyi dene bakalım!”

İnce adam, ayrıca dikenli fasulye sırığı şeklinde nitelendirilebilirdi, acımasızca kaşlarını çattı. Onun yanındaki, diğer adam muhtemelen bir marketten alınmış olan meyveden bir ısırık aldı. Hiiro onu dazlak dobişko diye adlandırdı.

Mick umutsuzca yalvardı. Daha çok ona ürünlerini bedavaya vermesini söylemişler de Mick bunu reddetmiş gibiydi. Fakat, dikenli fasulye sırığının alnındaki sinirli damarlardan biri belirdi ve Mick’in suratını tekmeledi.

Gerçekten çok fazla kan fışkırdı. Bunu gördükten sonra, köylüler ona doğru fırladı. Dikenli fasulye sırığı köy şefini keskin bakışlarla süzdü.

“Haah? Bakın kim var burada, şef. Bir şey mi söyleyeceksin? Mh?”

Hiiro sakince inceledi, onu üçüncü seviye bir gangster olarak değerlendirdi, hayır, serseri.

“Da-Daha çok yiyecek.”

Dazlak dobişko salyası akarken eve geri dönmeye çalıştı, büyük ihtimalle daha fazla yiyecek arayacaktı.

“Hey, Junior, dinlen biraz, ayrılıyoruz.”

“A-Ama açım.”

“Tch. Acele et.”

“Tamam.”

“Kesin şunu!”

Daha fazla izleyemediği için, köy şefi bağırdı, ama dikenli fasulye sırığı ona baktığında ürktü. Yakındaki diğerleri de dikenli fasulye sırığının tehdit dolu bakışlarından korkup yaklaşmadı.

(Anlaşılan bunu kabul etmeye zorlanmışlar çünkü bu tipler güçlerinin ötesinde, olay sadece tapu değil.)

Köy tek bir kapasiteli insana sahip değildi, bu yüzden onlarla yüzleşirlerse sadece öleceklerini bildiğinden dayanmıyorlardı.

(Ordudan yardım isteyebilirler, ama sanırım sonrasında bu adamlar tapuyu da alıp kaçar giderler. Ve onlardan gelecek intikamdan korktukları da doğru. En iyi çözüm onları zapt edecek biri.)

Hiiro böyle düşünürken, yanındaki oğlan ona baktı. Daha çok bu konuda bir şeyler yapmasını ister gibiydi.

“Ne istediğin hakkında zerre fikrim yok, ama beni ilgilendirmiyor.”

“Ha! Ve kendine insan mı diyorsun sen!?”

“Ne? Şeytana falan mı benziyorum?”

“Benziyorsun! Neden yardım etmiyorsun! Maceracı bir arkadaş olarak, onları durdurmalısın!”

“…Dinle, evlat, belki bir maceracı olabilirim, ama adaletin savunucusu değilim. Bedavaya adalet istiyorsan Kahramanlardan iste.”

Hiiro bunu söylerken kollarını kavuşturdu. Oğlan ona öfke dolu bir bakış attı, bu onu alakadar etmiyordu.

“Unut bunu! Sonuçta, bütün maceracılar böylesiniz!”

Böyle dedikten sonra, oğlan doğrudan iki adama gitti.

“Ah, bekle Nies! Oraya gitme!”

Panis onu durdurmaya çalıştı, ama Nies denilen oğlan tüm kararlılığıyla koştu. Sonrasında Panis dişlerini gıcırdatırken Hiiro’ya baktı. Yine de, hemen rahatladı ve iç çekti.

“Hayır, anladım. Bunun seninle bir alakası yok. Peri masallarındaki gibi tereddütsüzce insanlar için çalışan bir Kahraman yok.”

“Mh, böyle biri var mı bilmiyorum, ama en azından, ben öyle değilim. Bedavaya çalışmayı es geçiyorum.”

Hiiro yeterince üzücü olan bu şeyi kendine sakladı, uygun olmayan şeyleri uğraştırıcı olarak görüyordu.

“…Bedavaya.”

“Hah? Ne?”

Panis aniden bağırdı, bu yüzden Hiiro yanlışlıkla sordu.

“Demek öyleydi… sadece ödeme yapmak gerekiyor?”

“…..”

Hiiro kötü bir hisse kapıldı.

“Durum buysa, bize yardım ettiğinde sana en iyi silahımı vereceğim.”

“…..”

“Bize yardım edecek misin?”

“…..”

Panis ona samimiyetle baktı. Bu acı vericiydi ve dürüst olmak gerekirse, onu hiç de ilgilendirmiyordu. Fakat, en iyi silah cezbediciydi. Bu pisliğin icabına bakmak için biraz fazla bile sayılırdı.

Böyle düşünürken, Panis ile göz göze geldi. Bakışlarını başka bir yere çevirmeden gözlerinin içine baktı, bir süreliğine birbirlerine baktılar. Sonrasında, Hiiro buna çok dayanmış gibi iç çekti.

“İyi. Bir el atacağım. Ama sözünü tut.”

Panis’in yüzü anında parladı, ama tekrardan kasvetlendi.

“Ben, ben biliyorum senden istedim, ama… güçlü müsün?”

Diye sordu Hiiro’yu baştan aşağı endişeli gözlerle süzerken.

“Bilmiyorum. Ama onlar hakkında bir şeyler yapacak kadar iyiyim.”

Dedi Hiiro fasulye & dobişko kombosuna bakarken. Güveninden dolayı Panis’in ağzı yarı açık kaldı, ama Hiiro bunu umursamadı ve hızlıca harekete geçti.



Nies yerden bir çakıl taşı aldı ve dikenli fasulye sırığına attı. Doğrudan yüzüne çarpması onu memnun etti, ama söylemeye gerek yok, diğer köylülerin hepsinin beti benzi attı.

Dikenli fasulye sırığı yavaşça Nies’a bakarken volume attırarak konuştu: Bu velet ölü sayılır.

Onun öldürme niyetini hissetmesiyle, Nies olduğu yerde donup kaldı.

“Ke- Kes şunu!”

Köy şefi Nies’ın önüne geçti, ama sert bir yumrukla uçtu. Ardından dikenli fasulye sırığı belindeki kılıcı çekti ve Nies’ı işaret etti. Korkudan felç olan Nies bir santim bile kıpırdayamadı.

“Velet, son sözlerin var mı?”

“Y-yok…”

Nies göz yaşları dökerken kafa salladı, ama bu dikenli fasulye sırığını durdurmadı. Mutlu bir şekilde gülümsedi ve kılıcını havaya kaldırdı, ardından aşağı doğru salladı.

VOOOOOŞ!

Herkes yutkundu ve gözlerini yumdu. Hepsi şu an Nies’ın yaşamının sonlandığını düşünüyordu. Fakat!

“OOOOOOV!”

Acı içinde feryat eden ve kanayan kişi dikenli fasulye sırığıydı. Bir şey kılıç elini delip geçmişti.

Herkes bu manzara karşısında afalladı. Bir kılıç, evet, bu bir kılıçtı. Kolu hiç kuşkusuz bir kılıç tarafından delinmişti.

Ama uzunluğu net bir şekilde çok fazlaydı. Ve kılıcın bitti yere baktılar, oradaki kişi, saldırıyı düzenleyen. Okamura Hiiro idi.

2 yorum:

  1. heheyttttt::: )) çeviri için teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Aklıma God of highschool geldi 😀

    Çeviri için teşekkürler

    YanıtlaSil

 

Serilerden Haber Vs.

FMW'yi durdurmamızın ardından iyi bir haberimiz var Lucid Dream'in Yazar ve Çizeri yeni bir seriye başlamış Träumerei Scans'ta el atacakmış, Lezhin çizimler yine fena olmuş.
Zhan Long 2 - 2.bölüm İngilizce çevirisi bekleniyor.
Projeleri görüntüleyemeyenler buradan ulaşabilirsiniz.

Son Kayıtlar

Duyurular

-Konjiki 22 ve 23 Eklendi (2017'nin ilk bombası!)
-SWRPG 3X33 Eklendi (2016 İlk Bölümü Yeaah!)
-Shokugyou Mushoku 1 Eklendi
Copyright © Maganda Çeviri | Designed by Templateism.com