Bölüm 13: Su Tazısı Etinin Tadı
Dövüş son buldu ve Hiiro ‘orijinal’ yazarak kılıcın
uzunluğunu eski haline döndürdü. Her şekilde, delişin keskinliğine sadece son
seviye denebilirdi. Yağdan geçen sıcak bir bıçak gibi kolayca rakibin içinden
geçip gidiyordu.
(Delmekte usta bir kılıçtan daha azı beklenilemezdi.)
“Se-Sen… ne yaptın?”
“Bunu yerine ufaklık hakkında endişelenmen gerekmiyor mu?”
Bunu açıklamaya niyeti yoktu, o yüzden hızlıca konuyu
değiştirdi. Sonrasında Arnold hızlıca Muir’in ismini bağırdı. Muir yavaşça saklandığı
yer olan, bir kayanın arkasında belirdi.
“Ya-Yaralandın mı?”
“Ha-Hayır.”
“İ-İyi~”
Kalbinin derinlerinden rahatlamasıyla, yere çöktü. Ona
baktıktan sonra, Hiiro kılıcını kınına yerleştirdi. O sırada, karnı guruldadı
ve Arnold’a yöneldi.
“Hey, ihtiyar. Sözünü tut.”
“….Neyden bahsediyorsun?”
“Oho…”
Hiiro tıkırtı sesiyle kılıcını kınından biraz çıkardı.
“Şa-Şakaydı! Geri sok şunu!”
Adam panik içerisinde bağırdı. Hiiro kötü bir ruh halinde iç
çekti.
“Sadece bana şu bağımlılık yapan eti ver. Midem tamamen
boş.”
“……..Hah. Üzgünüm, Muir. Onu burada yiyeceğimiz hiç aklıma
gelmezdi…”
Bir boo-hoo-hoo sesiyle omuzlarını düşürdü, ama Muir
kafasını kısaca salladı.
“Ha-Hayır. Sonuçta bize yardım etti. A-Ayrıca, yemeğin tadı fazla
insanla daha iyi çıkar.”
“Uohhh! Sen ne kadar iyi bir çocuksun, Muir!”
Duyguyla bağırırken Muir’e sarıldı. Normalde bunun iç ısıtan
bir görüntü olması gerekiyordu, ama Hiiro karnına bastırırken konuştu.
“Geçin şunu. Açlıktan ölüyoruz burada.”
Tavrı üzerine Arnold’un alnında bir damar belirdi, ama
Hiiro’ya bir şey söylemenin faydası dokunmayacağını fark etti, bu yüzden bir iç
çekmeyle ikisine öncülük etti.
“Gelin. Hazırlayacağım.”
İkisi de Arnold’u öncesindeki ateşe kadar takip etti.
“Ehm~ Sanırım... Ah, işte burada.”
Taşın tekinin arkasında didik aradı ve büyük bir çanta
çıkardı. Çantayı açtıktan sonra, içinde başka bir çanta daha çıkardı. Görünüşe
göre içerisinde kalın ve ağır bir şeyler vardı.
“Bu mu?”
“Evet, içinde… işte!”
Çıkardığı şey bölünmesin diye iple bağlanmış bir etti.
“Bu <Su Tazısı Eti>. Dahası, burası incik, en lezzetli
kısmı!”
Onun düşüncesini merak ediyormuş gibi bunu belirtti.
“Her neyse, izin ver de yiyelim artık.”
“Kesinlikle bencil bir veletsin. İşi bitene kadar biraz
meyve ye. Ama bana da bırak.”
“…Elimden geleni yaparım.”
“Hayır, hayır. Bana da biraz bırak!”
Hiiro Arnold’un çantadan çıkardığı, yumruk büyüklüğündeki
altı kırmızı meyveden ikisini yedi. Bu öncesinde birkaç kez yemiş olduğu
<Gorin Meyvesi> idi.
“Biraz daha.”
“Şimdiden mi! Eti de hazırlamalıyım, az sabırlı ol.”
Böylelikle, ateşin olduğu yerden büyük bir taş çıkardı.
Görünüşünden, parlak kırmızı taş delicesine sıcaktı.
Et üzerine koyuldu. Sonrasında iştah açıcı bir şekilde
cızırdadı ve yavaş yavaş parlakça renk değiştirdi, etrafa etin suyunu ve aromatik bir koku yaydı.
Üçü de yutkunmaktan kendilerini alamadılar. Genç Muir de
gözlerini etten alamıyordu.
“Hey, bu kadarı iyi değil mi?”
Sabrının sonuna gelmişti, Hiiro sordu, ama Arnold kafa
salladı.
“Hayır, henüz değil. Belli prosedür etin en güzel tadını
dışarı çıkarmayı hedefler.”
“Belli prosedür?”
Su şimdilik etten sızmayı bırakmıştı, onu bir bütün olarak
tutan ip de kesilmişti. Böylelikle, et yavaşça şişmeye başladı.
“O-Oh, bu da ne!?”
“Bu etin kabarması, sadece <Su Tazısı Eti>ne özeldir!
Etin fazlalık kısımlarını serbest bırakarak, şişer. Aşağı yukarı boyutunun üç
katına çıkar.”
İnanılmaz. Orijinal boyutu zaten voleybol topu kadardı.
Bunun üç katı gerçekten büyük sayılırdı.
Şişme ucuna gelince, hiç de et gibi değildi jöleye
benziyordu. Bunun gerçekten et olup olmadığını sorguladı, ama kokusu ona cevap
verdi. Daha fark edemeden, salyası aktı.
“Tamam, Muir, kapları getir!”
Arnold da gerçekten heyecanlıydı. Muir neşeyle kafa
sallarken çantadan üç kap çıkardı.
Arnold hızlıca belinde asılı duran bıçakla eti yatay bir
şekilde kesti. Ne kadar şaşırtıcıdır ki, bıçak hiçbir dirençle karşılaşmadan
puding kesermiş gibi dümdüz kesti. Üç porsiyona böldükten sonra, onları kaplara
koydu.
“İ-İşte! Ah, daha yeme, velet!”
Hiiro hiç beklemeden yemeğe girişmeye çalıştı, ama Arnold
onu durdurdu.
“Ne? Bana işkence mi etmek istiyorsun?”
Karnı bir süredir alarm veriyordu. Eğer onu biraz daha öyle
bırakırsa, bir şeyler yaşanabilirdi.
“Aptal olma. Sadece bununla mükemmel olacak!”
Bunu söylemesiyle, çantadan sosla dolu uzun bir kap çıkardı.
“E bu ne?”
“<Orczy Meyvesi>nden yapılmış özel bir sos!”
“Her neyse. Bununla tadı daha mı güzel olacak?”
“Evet, bağımlılık yapmayı unut, seni doğrudan cennete
yollayacak.”
“Heh, ilginç. Bana da ver bakayım!”
Sosun ketçap gibi bir rengi vardı, ama katıdan daha
akıcıydı. Belli belirsiz tatlı ve meyvemsi bir kokusu vardı.
“Tamamdır! Şimdi mükemmel oldu!”
“Evvet!”
“Mhm.”
Her biri de cevapladı.
“””Yemek zamanı!”””
Hiiro bıçak yerine aldığı çatalı kullandı ve eti oldukça
kolay bir şekilde kesti. İnanılmaz derecede yumuşaktı. Ağız dolusu bir parça
kesti ve yedi.
“Ohh…..!?”
Kafasından bir karıncalanma hissi gelip geçti.
(Gi-Gitti mi!?)
Evet, ağzındaki parça erimiş ve yok olmuştu. Yine de, ne
olursa olsun memnun kalmamıştı. Et yok olmuştu, ama güçlü tadı şiddetle tat
tomurcuklarına hücum etti.
(B-Bu…!)
Tekrardan ağız dolusu aldı. Ve bir kez daha.
(Duramıyorum!)
Sanki bedeni kendi kendine hareket ediyordu. Bütün vücudu
daha fazla et için can atıyordu. Yumuşaklıktan her parça ve sulu et ağzını
doldurmuş gibi hissettiriyordu, ama hiç de öyle doldurmamıştı. Daha fazlası
için devam edebilirdi. Ve onu vurgulayan…
(Bu sos!)
Bu tatlı, fakat bir şekilde baharatlı sos ete ferahlatıcı
bir tat veriyordu, iştahınızı daha da kabartıyordu. Bunu sonsuza kadar
yiyebilirdi. Diğer ikisi de yemeği çılgınca silip süpürmüştü.
Sonrasında gerçekten büyük parça et bir anda yok oldu.
Üçünün de yüzünde büyülenmiş bir ifade vardı. Hiiro asla bundan böyle bir etki
beklememişti.
“…Fuh, ee bu et hakkında ne düşünüyorsun, velet?”
Hiiro gözlerini kapattı ve kendini ağızda kalan tada
bıraktı. Sonrasında gözlerini biraz açtı ve hafif bir iç geçirmede bulundu.
“İyi iş, uşağım.”
“Biliyorum, doğru. Sonuçta, bu et, bekle, kime uşak diyorsun
lan sen!”
“Sadece şaka. Yaygara çıkarma, atmosferi berbat edeceksin.”
“Bu senin hatan!”
“Avavavah!”
Onların değişimini gören, Muir şaşırdı.
“Hmpf, her neyse. Ee, velet, adın ne?”
“İlk önce sen söyle.”
“Sen gerçekten kahrolası bir bencilsin! Tanrım, ben Arnold
Ocean. Bir maceracı ve aşçı!”
“Bir aşçı? Anlıyorum, bu senin yemek pişirme metodunu
açıklıyor.”
“Evet, yemek tarifleri için tüm dünyayı dolaştım. Kendini
şanslı say.”
“Ve bu ufaklık da?”
“Hey, beni dinle!”
Arnold sert bir karşılık verdi, ardından bir iç çekmeyle
devam etti.
“O Muir Castreia. Yolculuğum sırasında aldım.”
“Oh, demek bu dünyada çocuklar yerde yatıyor.”
“Sanki öyle de! Onlar hazine sandıkları değil!”
“Değil mi?”
“Tabii ki değil! Köyünde bazı şeyler yaşandı.”
Bu daha fazlasını söylemek istemediğini gösterdi. Aynı
zamanda Muir’in gözleri bir şekilde kederlendi.
(Sebepleri var, hah. Şey, ilgilenmiyorum zaten.)
Pragmatik sayılabilecek bir baş karakter.
Çeviri için teşekkürler :)
YanıtlaSilELLERİNE SALIK :)
YanıtlaSil