Bölüm 16: Raer Festivali

“…<Yanan Şeftali Şekeri>?”

Hiiro tezgahlardan birinin tabelasına bakarken mırıldandı.

“Oh, gerçekten nadir bir meyve satıyorlar!”

“Merhabalar, lütfen yakına gelin!”

Tezgah sahibi, enerjik yaşlı bir adam incelikle ışıldadı. Muir tezgahta gösterilen <Yanan Şeftali Şekeri>ne parlayan gözlerle baktı.

“İhtiyar, bize üç tane gönder!”

“Elbette! Ohh, bu küçük hanım ne kadar da tatlı, bu yüzden sana ekstra büyük bir tane vereceğim!”

“Te-Teşekkür ederim… Ehehe.”

Muir mutlu bir gülümseme takındı.

“İyi mi?”

“Evet, elbette~ Meyvenin şekli aynı yanan bir ateş gibi ve bir şeker olduğu halde, çiğneyecek kadar yumuşak. Şey, bir kez denedin mi nasıl yandığını anlayacaksın.”


Böylelikle, Hiiro ondan ağız dolusu yedi. Kolayca ısırabilmişti ve çiğnerken tadı ağzında yayıldı. Aniden ağzında bir boy gösterdi.

“Mh?”

“Hehe, şaşırdın mı? Dili diken diken etmek <Yanan Şeftali Şekeri>nin sırrıdır!”

Bu tat kesinlikle bağımlılık yapıcıydı. Nalet bir şekerdi, yine de tat tomurcuklarınıza uyum sağlıyordu. Muhakkak çocuklar arasında popülerdi. Muir de memnun olmuş bir ifadeyle yanaklarını tutuyordu.

“Tamam! Bir sonrakine!”

Arnold liderliği aldı ve diğer ikisi onu takip etti.

(Demek bu bir festival. Güzel yemeği varsa, pek de fena değil.)

Hiiro Japonya’dayken hiçbir festivale gitmemişti, ondan dolayı bu yeni tecrübesinde tarafsızdı. Yine de böyle bir kalabalık olmamasını istemek onun için tipikti.

Çoğu tezgah Japonya’dakilerle benzerdi, atış poligonu ve kura çekilişleri aynıydı. Muir sonuna kadar keyif almıştı, ama bir müddet yürüdükten sonra, Hiiro mental olarak sınırlarına dayanmaya başlamıştı.

(Ovv, bu berbat. İnsanlar bana çarpıyor ve ayaklarıma basıyor… Hepsi de yok olamaz mı?)

Düşünceleri tehlikeli sularda gezinmeye başladı. Sonrasında geniş bir tezgah buldu. Tezgahın tabelası aynen şöyleydi:

<Mutluluk Köpekbalığı Sandviçi>

Arnold da aynı tabelaya bakıyordu, şaşırmış bir gülümseme takındı.

“O-Olamaz… BU Mutluluk Köpekbalığı mı?”

“Biliyor musun?”

“Evet, tabii! Her aşçının en azından bir kere hazırlaması gereken bir malzemedir!”

Hiiro onun heyecanlı ifadesinden bu şeyin gerçekten iyi olduğu fikrine kapıldı.

“Dinle, Mutluluk Köpekbalığı sadece <Büyük Boğa Denizi>nde yaşar. Dahası, yalnızca en derininde bulunur, bu yüzden nadiren yüzeye gelir. Süper nadir gibi bir şeydir, ama yumurtalarını bırakmak için kısa bir süreliğine belirir. Bedeninin güzel pembe rengi ve başında zümrüt-yeşili bir boynuzu vardır. Derler ki bedeninin her kısmı, boynuzu veya dişleri olsun, yenilebilirmiş!”

Arnold hırsla konuştu, ama Hiiro’nun basitçe hayvanlarla ilgilendiği yoktu, bu yüzden bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu.

“Yani, iyi mi bu?”

“Elbette! Dinle, tadı için şöyle derler… ‘Su Tazısı Etinin’ bile üstündedir!”

“Satın al. Şimdi.”

Bir anda, Hiiro’nun bakışları öldürme arzusuna benzer bir şeye dönüştü.

“Ta-Tamam… a-ama.”

“Ne var?”

“Oraya bak.”

“Mh?”

Arnold çoğu zaman alışveriş alanlarında görebileceğiniz türden silindir bir piyangoyu gösterdi.

“Sınırlı stoğa sahipler… demek yemek için yenmen gerekiyor.”

“Ne… dedin!?”

Bedeninden bir ürperti geçti. Bu kadarı yolu geleceksin ve lezzetli yemeği yemeyeceksin? Hiiro bu eziyet üzerine dudaklarını ısırdı.

“Herkesin tek deneme hakkı var ve görünüşe göre birkaç kişi kazanmış bile… Oh, tabaklara bakılırsa sadece 6 porsiyon kalmış… Sıra da çok uzun, sanırım iyi değil.”

Arnold’un pes edişini görmesiyle Hiiro öfkeyle yumruğunu sıktı.

(Bekle, bekle. Şu ‘Su Tazısı Eti’ harikuladeydi. Ama önümde duran ondan bile iyi yemeği yiyemiyor muyum? Bu nasıl mümkün olabilir… Hayır, pes etmek kitabımda yoktur benim.)

Hiiro bir silkinişle başını kaldırdı ve tezgaha baktı.

“Sana minnetlerimi sunmama izin ver, ihtiyar.”

“Huh?”


“Minnetlerim bana bunu gösterdiğin için.”

“Memnuniyetle, ama yiyemezsin…”

“Hayır, pes etmek için hiçbir neden yok.”

Silindir piyangoyu çeviren insanlara baktı. Anlaşılan altın bir top düşerse yeniyordun.

(Bu durumda…)

Parmak ucundaki büyü gücüne odaklandı.

“Bana ellerinizi gösterin, siz ikiniz.”

“”…Eh?””

Diğer ikisi dalgınca baktı.



Piyangonun başındaki sıra kısalmaya başladı. Birkaç kazanışla beraber, geriye sadece üç porsiyon kalmıştı.

Ama neyse ki, o zamandan beri bir kazanan çıkmamıştı. Ve nihayet…

“Benim sıram.”

Hiiro’nun şansıydı. Yutkundu ve yavaşça piyangoyu döndürdü. Gürültü yaptı sonrasında…


….PLOP



Herkes geri yutkundu. Düşen top…



“FUAHAHAHA! Benim için imkansız diye bir şey yok!”

Hiiro abartılı bir dille kahkaha patlattı. Evet, kusursuzca bir altın topa sahip olmuştu. Ve solgunca parlayan bir kelimenin yazılı olduğu yumruğunu havaya kaldırdı. Üzerinde yazan… “iyi şanslar”dı.

Ne yazacağı konusunda endişeleniyordu. “Şans” kelimesi işe yarardı, ama şansı artar mı azalır mı emin değildi. “Çık”a ne dersin? Düşen bir top kesinlikle olacaktır, ama altın olmasına gerek yok.

Dolayısıyla “iyi şanslar” yazmıştı, çünkü böylece kolayca şanslı olduğunu hayal edebiliyordu. Büyü hayal gücü demekti. Herhangi bir gereksiz düşünce gücünü azaltacaktır. Bu yüzden “iyi şanslar”ı kolayca hayal etmeyi seçmişti. Büyüsü gerçekten bir hile gibiydi.

Dahası, üç misline çıkmıştı. Aynı kelimeyi diğer ikisine de yazmıştı, çünkü bu aralarından birinin kazanma şansını arttıracaktı.

Yine de, bu büyüyü onlara ifşa etmek demekti.

(Yani, hiçbir şeyden pişman değilim. Yemek nefismiş zaten.)

İştahı başına gelecek belalara karşı galip gelmişti. Bunun bir sonucu olarak, üçü de sırayla kazanmıştı. Elbette diğer ikisinin ağzı bu sahne üzerine yarı açık kalmıştı, ama Hiiro gerçekten iyi günündeyse bunu onlara açıklamayı düşündü.
“H- Hey, Hiiro…?”

“Sormak istediğini biliyorum, ama şimdilik… yumul!”

Elinde hamburgere benzer bir yiyecek vardı. Mutluluk Köpekbalığıyla doluydu elbette. Açık pembe bir rengi vardı ve tatlı-tuzlu bir sosa sahip marul gibi sebzelerle sarılıydı.

“NOM NOM…. Ohh!?”

Neredeyim ben? Bir anlığına, bedenini sıkıştıran denizin derinliklerindeki basıncı hissetti. Ne kadar zengin bir tat. Ekmekle olan uyumu sıra dışıydı ve sadece tek bir ısırık bile ruhunu denizde gibi hissettiriyordu.

Dilindeki uyarı üzerine bedeni eriyip gitti, hayır, tüm ağzı için geçerliydi. Dahası, çıtır çıtır bir şeyler tatmıştı. Bu Arnold’un daha öncesinde anlattığı boynuzdu.

Lezzetli. Müthiş lezzete sahip kızarmış kıkırdak anlatılamaz şekilde lezzetliydi. Vücudu seve seve her şeyi yalayıp yutardı, hatta kemikler ve dişler olsa dahi.

(Vay anasını. Böyle lezzetli bir şeyin var olduğunu kim bilebilirdi ki!)

Daha öncesinde yemiş olduğu her balıktan daha lezzetliydi. Midesinde yemek hala canlıymış gibi gülüp oynuyordu. Dahası, bedeni güçle dolup taşıyormuş gibi hissediyordu.

Vayy… Daha demin…

(Kesinlikle… kazandım…)

Yanakları doğal olarak gevşedi. Kendinden öyle geçmişti ki dinlenecek olsaydı durduğu yerde uyuyakabilme ihtimali vardı. Bu gerçekten memnun edici bir histi, sanki sıcak güneşin altında sakince denizde yüzüyordu.

Diğer ikisine baktığında, Muir de yemeğin tadını çıkarıyordu. O da yemek yemekten hoşlanıyor gibiydi, bu yüzden öyle iyi bir şey yediği için iyi havasındaydı. Arnold içinse… bir neden ötürü ağlamakla meşguldü.

Dürüst olmak gerekirse, yemek için ağlayan yaşlı adam görmesi pek hoş bir şey değildi. Şey, yemek kesinlikle ardından ağlamaya değerdi, ama bir şekilde atmosferi bozuyordu, bu yüzden Hiiro işi bitince onu yumruklamaya karar verdi.

“Oh~ Şiştim! Sonuna kadar şiştim~”

Arnold mutlu bir şekilde gülümsedi.

“Evet, lezzetliydi. Ehm… yani…”

Muir Hiiro’ya baktı.

“Uhm… Te-teşekkürler.”

Anlaşılan minnetlerini sergilemek istiyordu. Hiiro kısa bir “Lafı bile olmaz”la cevapladı, ama bu Arnold’un ona <Sözlü Büyü>yü sormasını tetikledi.

“Ee, öncesinde avucuma yazdığın şeyi anlatacak mısın?”

“…..İyi.”

“Eh? Gerçekten söyleyecek misin?”

Arnold yine reddedeceğini sanmıştı, bu yüzden refleks olarak tekrar sordu.

“Ne? Öyleyse kendime saklarım.”

“Ah, hayır, hayır. Duymama izin ver! Şu kelime… senin büyün müydü?”

“Evet, ona <Sözlü Büyü> deniyor. Eşsiz bir büyü.”

“Eşsiz bir büyü mü!?”

“Çok gürültülüsün! Sana daha fazlasını söylemeyeceğim.”

“Ü-Üzgünüm. A-Ama gerçekten eşsiz bir büyü mü?”

“Evet. Avcunda yazan kelimeyi görmedin mi?”

“E-Evet.”

“Bu yaşadığım yerde söyledikleri bir söz ve kelimedeki etkiyi çıkarabiliyorum.”

Bu dünya Kanji’yi bilmiyordu, bu yüzden diğer ikisi okuyamıyordu, ondan dolayı açık açık büyüsünü anlattı. İkisi de yüzünde afallamış bir ifadeyle onu dinledi.

“Aslında, büyün adaletsiz değil mi?”

“*KAFA SALLAR*”

Muir Arnold’un sözlerini kafa sallayarak teyit etti.

“Kimin umrunda. Bu doğuştan gele bir yetenek gibi.”

“Şey, öyle, ama… Yine de, eşsiz büyüyü duymuştum, ama hiçbiri bu kadar güçlü değildi.”

“Oho, ne gibi mesela?”

Hiiro kendi eşsiz büyüsü dışındakiler ilgisini çekmişti.

“Bakalım, boşluğu kontrol eden büyük, insanların beyinlerini yıkayan büyü… başkalarının büyülerini manipüle eden büyü.”

“Kesinlikle kulağa güçlü geliyor.”

Özellikle de beyin yıkayan tehlikeliye benziyordu. Nasıl çalıştığını bilmiyordu, ama diğerlerinin kalplerini değiştirebilen bir büyü kesinlikle güçlüydü.

“Ama <Sözlü Büyü>nle, demin saydığım tüm büyüleri kullanabilirsin, değil mi?”

Dürüst olmak gerekirse, kullanabilirdi. Hatta orijinali kadar mükemmel kontrol edebilirdi, ama benzer bir etkiyi yaratan kelime kullanmak da mümkündü.

“Elbette, kullanabilirim.”

“Biliyordum, çok adaletsiz~ Sen kahrolası bir hilekarsın~”

“*KAFA SALLAR*”

“Her şeye kadir olabilir, ama yenilmez değil.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Kim bilir? Sana söylemek için bir nedenim yok.”

“Grr… Yani, diğerlerine zayıflığını söyleyecek bir salak değilsin.”

“Kesinlikle.”

“Ama bunu bir kenara bırak, büyün çok etkileyici! Tamamen her şeyin üzerinde!”

“Her neyse. Yoruldum, hana gidiyorum. Ayrıca, kimseye bunun hakkında tek kelime etmeyin.”

“Beni dinle!”

Hiiro her zamanki gibi kendi tarzıyla hareket etti, diğer taraftan ikili iç çekti ve onu takip etti.

“Mh? Şimdiden mi festivalden doydunuz?”

“Eh? Ah, evet, tatmin oldum…”

“Bende eğlendim!”

“Ne güzel.”

“Öyleyse git bir oda tut, uşağım.”

“Kendimi tekrar ediyorum, ama senin uşağın değilim ben! Ayrıca, büyüklerine az saygı göster!”

“Sadece önce doğdun diye küstahlık etme.”

“Bu bana hayat hakkında daha fazla tecrübe kazanma imkanı tanıdı! Özür dile! Hemen şimdi benden özür dile!”

Hiiro Arnold’un ani bağırışı üzerine baktı ve konuştu.

“…….Sakın onun gibi olma, ufaklık.”

“Ne demek istiyorsun, seni kahrolası velet!”

Hiiro bakışlarını Muir’e çevirdi, ama nasıl tepki vereceği konusunda rahatsızdı.

Arnold’un sinir bozucu patlayışını görmezden gelerek, Hiiro hana yöneldi. Ama sorun tam burada başladı.

“….Eh? Boş oda yok mu?”

Arnold’un ağzı gişenin önünde yarı açıktı. Onun arkasında, Hiiro maksimum seviyeye ulaşmış rahatsızlık aurasını yayıyordu.

“En içten özürlerimle. Festival sebebiyle, şu sırada hiç boş odamız kalmadı.”

Şimdi ne yapmalı? Arnold endişeliydi, nedeniyse arkasında ona öldürme arzusuyla bakan şeytandı.

Arnold yavaşça ve sessizce başını çevirip söz konusu olan siyah saçlı oğlana baktı.

“Olay nedir, ihtiyar?”

“Hi-Hiçbir şey yapamam, değil mi? Tutulmuşlarsa, tutulmuşlardır.”

“….Hah, bir şehirde olsak bile dışarda uyumak…”

Hiiro nadir bir ifadeyle böyle mırıldandı. Dürüst olmak gerekirse, dışarıda bu kadar çok kamp yaptıktan sonra düzgün bir yatakta uyumayı ümit etmişti, ama yeterince üzücüdür ki, bu gerçekleşmemiş bir hayaldı.

“Kahretsin… Aptal festival… Keşke patlasaydın.”

Kasvetli bir şeyler söyledi, ama kendi de festivalden keyif almıştı, yani cidden sinirlenmemişti. Öncesinde oda tutmaları lazımdı. Hayır, o zaman bile, odaları çoktan tutulmuş olma ihtimali vardı, ama kontrol etmediği için pişmandı.

“Affedersiniz…”

Gişedeki hancı onlara seslendi, bunun üzerine üçü de ona mutsuz bir şekilde baktı.

“İzin verirseniz, neden Loncayı denemiyorsunuz?”

“Lonca?”

Arnold başını eğdi.

“Ah, doğru. Loncanın personeli için dinlenme odaları vardır, ama onlarla konuşursanız, size bir oda verebilirler kanımca?”

Bunun üzerine, Arnold’un ifadesi aydınlandı ve kafa salladı.

“Anlıyorum. Böyle günlerde, bize gerçekten bir oda verebilirler.”

“Oraya mı gidiyoruz?”

Muir ona kalkık bakışlarla baktı ve Arnold elini onun başının üstüne koydu.

“Evet, bu bizim son umudumuz.”

“Umarım boşa çıkmaz.”

“Velet! Niye bunu söylüyorsun! O kadar negatif olma!”

“Hadi acele edelim.”

“Yine mi, beni dinle!”

Hiiro hızlıca hanı terk etti, öte tarafta diğer ikisi onu acele içinde takip etti.

7 yorum:

  1. Bizimkini ne zaman görücekler acaba diğer kahramanlar çok merak ediyorum

    YanıtlaSil
  2. Eline sağlık devamını bekliyoruz

    YanıtlaSil
  3. Bölüm için teşekkürler elinize sağlık

    YanıtlaSil
  4. Bölüm için teşekkürler elinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. Bölüm için teşekkürler elinize sağlık

    YanıtlaSil

 

Serilerden Haber Vs.

FMW'yi durdurmamızın ardından iyi bir haberimiz var Lucid Dream'in Yazar ve Çizeri yeni bir seriye başlamış Träumerei Scans'ta el atacakmış, Lezhin çizimler yine fena olmuş.
Zhan Long 2 - 2.bölüm İngilizce çevirisi bekleniyor.
Projeleri görüntüleyemeyenler buradan ulaşabilirsiniz.

Son Kayıtlar

Duyurular

-Konjiki 22 ve 23 Eklendi (2017'nin ilk bombası!)
-SWRPG 3X33 Eklendi (2016 İlk Bölümü Yeaah!)
-Shokugyou Mushoku 1 Eklendi
Copyright © Maganda Çeviri | Designed by Templateism.com