Altın Söz Ustasında Önceki Bölümlerde:
Judom Lankars açık bir dille Kahramanları eğitmeyeceğini belirtmiştir ve diğer taraftan, Hiiro Vize'ye sahip olmadığı için elini kolunu sallayarak sınırdan geçemeyecektir, bu sebeple kendi yöntemlerini kullanarak sınırdan süzülerek geçer. 



     Bölüm 19: Eşsiz Canavarla Karşılaşma

O sırada, diğer ikisinin şüphelendiği gibi, Hiiro yakınlardaki bir tepenin üzerindeydi. Oradan, gözükmeden köprüyü izleyebiliyordu.

Aslında, köprünün tepesine inmeye mecbur kalmıştı. Yavaş adımlarıyla giderken, diğer tarafa giden bütün bir yolu kat etmek ona fazlasıyla MP’ye mal olacaktı.

İndiğinde köprüde bulunan birkaç kişi vardı. Hiiro kimliğini gizlemek için bütün bedenini kırmızı pelerini altında gizlemek zorundaydı, ve saklanmak için koştu. Fakat köprüdeki Yaratık Adamlar onun sadece yiyecek avlamak için alçalan uçan bir şeytan olduğunu düşündü, bu yüzden ona fazla dikkat etmediler.

(Bu köprü çok uzun. Ne kadar daha koşmak gerekiyor…)

Oyunlardan farklı olarak, eğer çok yorulursan HP’n düşüyordu. Bu yüzden uzun mesafeler koşarken, HP biraz düşüş yaşıyordu. Fakat dinlendiğinde de yavaşça yenileniyordu.

Yaratık Adam kıtası yeşillerle kaplanmıştı.

Bunun ve İnsan kıtası arasındaki ana fark evcilleştirilmemiş vahşi hayatın fazlalığıydı. Elbette, insan kıtası da biraz yeşilliğe ev sahipliği yapıyordu ve dağlık alanlara da sahipti.

Fakat, bu toprakta ve ormanlarda; göller ve nehirlerde, çevredeki vahşi hayat daha fazla enerjiye sahipti.

(Demek her kıtanın kendine has değerleri var.)

İnsan kıtasının satış noktası beşeri ekosistemiydi. İmal etmek ve ticaret; ithalat ve ihracat. Orası ticaret diyarıydı.

(Acaba Evila kıtası nasıl… Sanırım orayı yakında veya sonrasında kendi gözlerimle görmem gerekecek.)

Bunu düşünmemle, önümde bir kervan durdu. Seyyar satıcıya benzer bir adam çıkageldi. Elbette ki, o bir yaratık adamdı.

(Kötü… Burada beni bulmamalılar.)

Arnold buranın insan kıtasından farklı olduğunu söylemişti, burası pat diye sana rastgele suikast yapabilecekleri bir yerdi. Savaş-taşıyan bir ülke. Sadece insan ırkından olduğun için saldırıya uğrama ihtimalin vardı.

Eğer bu yaşanırsa zarar görmeyi planlamıyorum, ama burada bir karışıklığa sebep olamam. Hala ondan daha fazla bilgi alabilecekken Arnold’dan hiç ayrılmak istemiyorum.

(…Aklıma bir şeyler geldi.)

Belli birinin sahip olduğu şeyleri düşünürken, vücuduma bir karakter yazdım.

“Burada ne yapıyorsun? Araba mı lazım?”

Adamın samimi sorularına cevap olarak, Hiiro başlığını indirdi.

“Oh, görkemli kulakların varmış!”

Adam sevinçle gülümsedi.

“Özür dilerim. Yoldaşlarım yakında burada olur. İlginiz için teşekkürler, ama beni kafaya takmayın.”

“Oh? Anlıyorum. Sana iyi yolculuklar dilerim.”

Böylece adam kervanına döndü.

(Bir şekilde bunun üstesinden geldim. Ama yaratık adamlar bayağı cana yakın.)

Kafamda oluşturduğum kulaklara dokundum. Dokunmak için çok yumuşaklardı. Ama değişen tek şey değildi. Hiiro’nun saçları da gümüş renge dönmüştü. Muir’inkiyle aynı renkti.

<Sözlü Büyü>sünü kullanarak ve Muir’in ırkının bir resmini zihninde tutarken, Hiiro vücuduna ‘kopyala’ yazmıştı. Fakat Muir’in kendisini düşünmüş olsaydı yüz hatları fazlasıyla değişmiş olurdu ve dengelemek zor bir hal alırdı, bu yüzden başka bir şey hayal etmeye çalışmıştı. Fakat hayatında sadece 2 Yaratık Adamla tanışmıştı.

Hiiro’nun psikolojisi Arnold gibi yaşlı herifin tekine dönüşmeyi kaldıramazdı, bu yüzden Muir’in ırkını düşünmüştü.

Ve burada gümüş saçlı gözlüklü bir oğlandı. Kelimeler sadece hedefinin temel özelliklerini değiştirmişti, bu yüzden etkiler aynı kalmıştı. Hiiro’nun eski haline dönmesi için ‘geri dön’ yazması lazımdı.

(Bir kuyruğa sahip olmak garip. Bedenim garip derecede hafif hissettiriyor, ve azı dişlerim enteresan bir şekilde güçlendi.)

Bir süre bekledikten sonra, diğer ikisi nihayet geldi. Kırmızı cübbem sayesinde yerimi belirleyebilmişlerdi. Ama sonrasında…

“Bu saç da neyin nesiiiiiiiiiii!”

Bunun olmasını bekliyordum. Muir bile şaşkın bir ses çıkardı.

“Öyleyse artık, harekete geçelim.”

“Oy, bekle, bekle, bekle! Neden hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun!? Şu anda cevabını almak istediğim fazlasıyla şey var!”

“Her zamanki gibi, çok detaycısın. Biraz sessiz ol, aynı şuradaki ufaklık gibi.”

“Muir o kadar şaşırdı ki konuşamıyor be! Açıkla bakalım! Neden saçların kıymetli Muir’inkiyle aynı renkte!?”

Ve böylece isteğim dışında açıkladım. Muir bana heyecanla bakıyordu. Kendi saçlarına dokundu ve kulaklarıma baktı.

“Böyle bir şey yapabilmek… Ne kadar kafayı yedin sen?”

“Koku Koku”

Bu ikisiyle uğraşmaktan çoktan sıkılmıştı. Esnedim. Bugün erken kalkmıştım ondan dolayı uyumak istiyordum.

“Yani, bu gerçek bir şeymiş gibi değil. Sadece şeklim değişti.”

“Hm? Demek fiziksel yeteneklerin hala insanlığını koruyor?”

“Büyük ölçüde.”

“Anlıyorum, ama yine de , büyün gerçekten inanılmaz.”

İkisi de <Sözlü Büyü>nün gerçek yararını görmüş gibiydi. İç çektiler.

“Her neyse, buradan sonra nereye gidiyoruz?”

Hiiro’nun sormasıyla, Arnold parmağıyla işaret etti.

“Buradan sonra batıya yönelirsek, ‘Doggam’ın köyünü bulmamız gerekiyor.”

“Nasıl bir yer orası?”

“’Bearnt’ klanının şehri.”

(‘Bearnt’. Bir ansiklopedide onlar hakkında yazılanları okumuştum. Ayılardan farklı olarak, görünüşte gerçekten sakin bir ırk gibiydiler.)

İnsan başkentinde, loncada biriktirilmiş kitapları okuyarak bilgi toplamaya çalışmıştım.

“Yani, ‘Bearnt’ cömert bir halktır, bulunsan bile sana saldıracaklarını düşünmüyorum.”

Demek elde ettiğim bilgi doğruydu.

“Ayrıca ürettiklerin balın gerçekten lezzetli olduğu söylenir.”

“Ho? Dört gözle bekliyorum.”

“Ne sandın.”

“Bu da ne? Ufaklık hiç oraya gitmedi mi?”

Muir’in tepkisi benimkine yakındı, bu yüzden orada hiç bulunmadığı sonucuna vardım.

“E-Evet. A-Aslında, yani…”

Anlaşılan onun için söylemesi zordu, ama bunun söylemesi gereken bir şey olduğuna inandığını sezebiliyordum.
Ama Hiiro elini salladı.

“Ah, söylemek istemiyorsan, zorunda değilsin.”

“Eh?”

Muir, Hiiro’ya dalgınca baktı. Arnold onları takip etti.

“Sizlerin geçmişleriyle hiç ilgilenmiyorum, yani kendinizi bana bir şeyler söylemek için zorlamanıza gerek yok.”

“…Ö-Öyle değil, ama…”

Arnold üzgün Muir’e doğru baktı, ve atmosferi hafifletmek için bir şeyler söylemeyi denedi.

“Hiiro’nun bununla sorunu olmadığı sürece, sanırım bunu böyle bırakabilirsin, Muir!”

“Amca…”

“Hadi gidelim artık.”

Hiiro yürümeye başladı. Arnold’da Muir’in başını okşamaya başladı, ve sonrasında kulaklarına fısıldadı.

“Endişeli olduğunu biliyorum, ama Hiiro Hiiro’luk yapacak, ona söylersen, muhtemelen ‘Ee ne olmuş yani?’ gibi bir şey diyecektir.”

“E-evet… bu doğru.”

Arnold’un sözlerini duyması üzerine, anlaşılan Muir’in göğsündeki yük kalkmıştı.

“Umarım ona bir gün söyleyebilirsin.”

“Tabii!”

“Öyleyse şimdi, onu kaybetmemek için hadi gidelim!”

“Tabii!”

Muir’in, Hiiro’nun arkasından koşuşunu görmesiyle, ‘ne kadar da tatlı’ gibisinden bir şey düşündü. Ola ki Hiiro Arnold’un yüz ifadesini görseydi, onu çoktan sahanın dışına sürüklemişti.

Bir müddet yürüdükten sonra, bir süredir gördükleri ilk canavarla karşılaştılar.

“Sanırım bu… bir BukBuk?”

BukBuklar kitap şeklindeki canavarlardı. Boyutu bayağı büyüktü. Dahası, bu canavarın güçleri…

Pat pat!

“Uoh! Bu harbiden güçlü bir yıldırımmış.”

Arnold onu engellemesiyle bağırdı.

Doğru. BukBuklar büyü kullanma yeteneğine sahip canavarlardı. Dahası, farklı türlerde canavarlar büyünün farklı türlerini öğrenebiliyordu. Fakat BukBukların alt cinslerinden farklı olduğunu söylemek zordu.

“Savaşmaya değer bir canavar görmeyeli epeyi oluyor. İhtiyar, bunu sana bırakacağım.”

“Harika! Arnold-sama’nın harikulade kılıç kullanışını izle bakalım! Muri, geri çekil!”

“Ta-Tamam!”

Onları teker teker indirelim.

(İhtiyarınki yıldırım kullanan. Benimkiyse…)

Bang!

Aniden zeminden devasa bir kafa çıktı, Hiiro’yu yakalamaya çalıştı.

“Anlıyorum, demek senin özelliğin toprak!”

Hiiro Delici’sini çıkardı ve topraksı eli parçalarına ayırdı. Ama BukBuk’un büyüsü birkaç küçük çatlağın açılmasına sebebiyet verdi. Çatlaklar ona doğru ilerledi, Hiiro’nun hareketini durdurdular.

“Bu kadar kibirli olma…”

Hiiro parmağındaki büyüye odaklandı ve havaya ‘sessiz’ yazdı. Onu zemine doğru fırlattı ve etkinleştirdi.

Zemin sakinleşti, ve çatlaklar takiplerini bıraktı. Anlaşılan BukBuk’un kafası fazlasıyla karışmıştı, ve bir sonraki büyüyü kullanmakta tereddüde düştü.

“Yok ol!”

O sırada, Hiiro aralarındaki mesafeyi hızla kapadı. Aceleyle kendi önüne topraktan bir duvar ördü.

“Bu ilerlememi durdurmanın yanına bile yaklaşamaz!”

Durmadan, Hiiro kılıcını duvara geçirdi. Ve kılıç kolayca duvarı geçip gitti. Duvarın arkasındaki BukBuk’ta kılıca girmişti. Ve bir yığın kağıdın yere düşmesine bir ses çıkardıktan sonra, canavar hareket etmeyi bıraktı.

“Ve şimdi, ihtiyar…”

Görünüşe göre işini çoktan bitirmişti. Yıldırımı engelleyip arayı kapattıktan sonra, BukBuk’un varlığını sonlandırması için ağır kılıcını tek bir kez sallaması yetti.

“Bunu gördüm mü!? İşte benim gücüm! Nahahahahah!”

Coşmuş gibi görünüyordu. Zahmetli bir canavar olabilirdi, ama kesinlikle üstesinde gelebileceğimiz bir seviyedeydi. Bunlardan bir tanesini yenmek hakikaten bu kadar muhteşem miydi? İç geçirdim.

Savaştan sonra, yoldan aşağı ilerlememizle daha fazla canavarla karşılaştık. Sayısız savaş alanından geçtikten sonra, bir ormana çıktık.

“Bu ormanı da geçersek, ‘Doggam’a varacağız!”

“Bunu garip bulmuyor musun?”

“Neyi?”

“Öncesinde çok fazla canavar vardı, ama bu ormana girdik mi, tek bir tane bile görmedik.”

“Bizden korkuyor olmasınlar?”

“Gerçekten kolay tavlanabilir birisin ihtiyar.”

“Ü-Üzgünüm, ne zaman amca kibirlensen, buna dönüşüyor.”

“Ondan vazgeçeli çok oldu, yani endişelenme.”

“E-Evet… *pff*”

Arnold’u süzmesiyle Muir biraz utanmışa benziyordu. Ebeveynler gününde babasını inceleyen bir çocuk gibiydi.

Arnold, zafer kazanmışçasına yürüyen aniden marşını kesti. Hiiro endişelendi, ve ona seslendi. Gergin bir yüz ifadesi veriyordu.

“Oy, sorun ne?”

Hiiro öne bakmasıyla sordu, ve önünde, bir yaban domuzu gördü. Hiiro bunun sadece başka bir canavar olduğunu sandı, ama garip bir şekilde, bu Hiiro’nun hiçbir kitabında bulunmayan bir canavardı. Yaban domuzu henüz partinin yaklaştığını fark etmemişti, ve huzurla otlarını yiyordu.

Buna benzer bir canavara dair şeyler okumuştu, bu yüzden sordu.

“Bu bir Büyük Yaban Domuzu mu?”

“Ha-Hayır, bu…”

Arnold garip davranıyordu. Korkmuş gibi bir hali vardı. Hiiro’nun bildiği Büyük Yaban Domuzu’nun kısa kahverengi kılları vardı, fakat bu önündeki canavarınkiler kırmızıydı.

“Hiiro… Sıvışıyoruz.”

“Ha? Neler diyorsun sen be?”

“Endişelenme, sadece hiçbir ses çıkarmamaya çalış.”

Hiiro, Arnold’un sessizce yaban domuzundan kurtulma girişimi üzerine kaşlarını çattı.

“Tam olarak ne yapıyorsun, seni zampara?”

“Sana zampara olmadığımı söyleyip duruyorum! …ah.”

Arnold fazla ses çıkardı, ve beti benzi attı. Hiiro yaban domuzuna geri baktı ve kendilerini öfkeyle izlediğini gördü.

“La-Lanet… Bu senin hatandı, Hiir

“Ee ne olmuş yani? Bu canavarın özel bir yanı mı var?”

“B-Bu bir eşsiz canavar!”

“Eşsiz mi?”

Eşsiz canavarları anlatan kitapların son derece az olduğuna inanıyordum. Ve aşırı derecede azgınlardı. Arnold’un hummalı yüz ifadesi anlaşılan bunu doğruluyordu.

“B-Bu bir Kırmızı Yaban Domuzu. S Dereceden bir canavar!”

“Hmm.”

6 yorum:

 

Serilerden Haber Vs.

FMW'yi durdurmamızın ardından iyi bir haberimiz var Lucid Dream'in Yazar ve Çizeri yeni bir seriye başlamış Träumerei Scans'ta el atacakmış, Lezhin çizimler yine fena olmuş.
Zhan Long 2 - 2.bölüm İngilizce çevirisi bekleniyor.
Projeleri görüntüleyemeyenler buradan ulaşabilirsiniz.

Son Kayıtlar

Duyurular

-Konjiki 22 ve 23 Eklendi (2017'nin ilk bombası!)
-SWRPG 3X33 Eklendi (2016 İlk Bölümü Yeaah!)
-Shokugyou Mushoku 1 Eklendi
Copyright © Maganda Çeviri | Designed by Templateism.com