Bölüm 3: Kızıl Saçlı Genç Bayan Şövalye
Akşamleyin.
Akşam güneşinin turuncu ışıkları gökyüzünü dolduruyordu
ve akademide ki dersler sonunda bitmişti.
Öğrenciler akademiyi gruplar halinde terk ettiler,
evlerine ya da yurtlarına dönüyorlardı.
“Hala senin Işık elementi parçacıklarını nasıl bu kadar
çabuk kavrayabildiğini anlayabilmiş değilim ancak bu akşam yapmam gereken bazı
işlerim var. Yarın devam ederiz.”
Oh be sonunda Yybril beni rahat bırakıyordu.
Bu durum gerçekten eziyetli. Tüm öğleden sonra savaş
alanında resmen bu kızın zihinsel işkencesine maruz kaldım. Ama, yine de bana
Işık Büyüsünü öğretti. Bu yüzden bu kıza yamuk yapmak bana yakışmaz.
“Yarın devam etsek bile bir yere varacağımızı
sanmıyorum. Hala bunu kendi başıma nasıl yaptığımı bilmiyorum. Bana tekrar
tekrar sorsan bile bir işe yaramayacak.”
“Her hâlükârda benim boş zamanım var. Sonuç olarak Işık
Büyüsü Egzersizleri bir gecelik olmayacak.”
“Tamam, peki ama bana ilerde daha fazla Işık Büyüsü
yetenekleri öğretecek misin?”
“…Şey, bunu daha sonra konuşabiliriz. Tamam, geç
kalıyorum. Ben kaçar.”
“Tamam, yarın görüşürüz.”
Sonrasında çabucak ayrıldı. Bir dönüş yaptıktan sonra
binaların arasında gözden kayboldu.
Nereye gittiğinden emin olmasam da, Yybril olduğuna göre
büyük ihtimalle Kiliseyle alakalı bir şey olmalı.
Düşününce HP’mi yenilememe yarayan büyü yeteneğine sahip
olmam çok iyi bir şey ya. Bu yeteneklerin seviyelerini arttırabilecek yeni
yollar bulmak için biraz zaman ayırmalıyım, böylece bunlar savaşta daha etkili
olacaktır.
Bir atasözü der ki:
‘Eğer süt verebiliyorsan, sen bir annesindir.’
(Ç.N: Eğer birilerine yarar sağlayabiliyorsan, bu
kişiler de sana daha fazla önem verir demekmiş. Kısacası İyilik eden iyilik
bulur.)
Neyse şuan en iyisi odama bir an önce dönüp güzel bir
uyku çekmek. Aslında, şu uygulamalı egzersiz haftasından dolayı epey bir yoruldum.
Fakat, akademiye döndükten sonra bile, sadece kendimi garip durumlara
sokmuştum.
Ama geri dönmeden önce yemek için bir şeyler bulmalıyım.
Ormanda olduğumuz zamanlarda, yüksek seviyeli tatlılar yemekten bıkmıştım.
Shir’in yüzüğünde bunlardan kaç tanesine sahip olduğunu gerçekten merak
ediyordum.
Prenses Anne’nin tarafındakilerinde diğerinden daha iyi değildi.
Onlarda yanlarında çeşitli atıştırmalıklar ve çiğ et getirmişlerdi. Bu yüzden
mangal yemeklerinden de bıkmıştım.
(Ç.N. Öküze bak. Onu
bulamayanlar da var. İnsan az şükreder.)
Eğer şu an biri bana mangal yemekleri ya da tatlı ikram
etse, sanırım onu ölene kadar boğarım.
Alışveriş bölgesine girdiğim zaman sokakların canlı ve
dolu olduğunu görebiliyordum.
Akşam yemeği için kesinlikle mükemmel bir zaman. Akademi
dersleri bittiğinden beri birçok öğrenci sokaklarda yürüyordu.
Bir takım öğrenci bazı mağazalarda çalışıyordu. Sonuçta
akademide hala, asillerle kıyaslayınca soyu halk tabakasından olan fazlasıyla kişi vardı.
Bugün ne yesem acaba? Mangal etlerine dokunmak bile
istemiyorum… Ramen kötü bir tercih
olmasa bile bu tezgahta gyoza yemeyeli epey bir zaman olmuştu.
Hm, o zaman biraz gyoza yiyeyim.
“Patron, her zamankinden olsun!”
“Hey, Fir ha? Niçin buraya uğramaya karar verdin?
Patron, adı Howells olan orta yaşlı bir emmiydi.
Duyduğuma göre daha öncesinde bir şövalyeymiş ve paralı asker olarak çalışıyormuş.
Ama sonrasında ciddi bir yara almış ve savaş cephesini bırakmış.
Bununla birlikte paralı asker olduğu zamanlarda 3 aylık
uzun bir deniz yolculuğundan sonra gittiği Kuzey Kıtasında birçok lezzetli
yemeği yapmayı öğrenmiş.
Ve gyoza da onun en özel yemelerinden biri.
Tachi’mi oluşturduğum zaman, Kuzey Kıtasıyla ilgili bazı
bilgiler duydum. Görünüşe göre kıtanın sistemi ve kültürü benim eski dünyamda
ki Asya Bölgesiyle benzerdi.
Bununla birlikte bu tür yerler besbelli ki tehlikeli
bölgeler. Biraz daha seviye kastıktan sonra oraya gitmem muhtemelen benim için
en iyisi olacaktır.
“Uygulamalı egzersiz, uygulamalı egzersiz~ bugün bitti,
bilmiyor muydun?
“Oh, yani sende uygulamalı egzersize katıldın ha. Doğru
ya seni son zamanlarda görmüyordum. Ama siz çocuklar tam da diğer okuldan gelen
ziyaretçilerle aynı günde geldiniz. Görünüşe göre akademi giderek daha da canlı
olmaya başlıyor.”
“Bu iyi bir şey değil mi? Bundan dolayı daha çok satış
yapma imkânın olmayacak mı?”
“Haha, Umarım. Bu arada, orada hafif zırh giymiş birkaç
genç müşteri vardı. Muhtemelen başka okullardandırlar.”
“Eh~ Görünen o ki işlerin giderek gelişiyor.”
“Oh doğru… Uzun kızıl saçlı şövalyeyi tanıyor musun?”
“Uzun kızıl saçlı şövalye mi?”
Hatırladığıma göre Yybril’in kızıl saçlı değildi. Diğer
ikisi içinde durum aynıydı. Aliyah’tan bahsetmeme bile gerek yok.
Diğerleri… Buralarda böyle görünen başka kimse yok. Her
ne kadar hayal meyal kızıl saçlı birkaç kişiyi hatırlasam da aklımda birini tam
olarak canlandıramadım.
Bekle…
Bu kişi o olabilir mi?
“Bahsettiğin bu uzun kızıl saçlı şövalye, 1.65 boyunda,
belinde mavi bir Şövalye Kılıcı Kını olan genç bir kız mıydı? Ayrıca.. Bir ağız
maskesi takıyor muydu?
“Ah Fir, gerçekten sensin.”
Tanıdık bir ses arkamdan yankılandı. Bakmak için
döndüğümde, arkamda duran kişi…
Irlin!
Mitchell Krallığında karşılaştığım, ve sonrasında nişanlım
olarak seçilmiş olan genç şövalye kız!
İki aydır onu görmemiştim ve hala ağız maskesi takıyordu
fakat onun ifadelerinden değiştiğini söyleyebilirim.
Eskiden fazlasıyla yaşam dolu bir kızdı. Şimdiyse
gözlerinde ki yorgunluk ve kederi görebiliyordum.
“Neden terk ettin!?”
Irlin beni sıkı sıkı kucakladı ve gözyaşları durmaksızın
gözlerinden akıyordu. Onun bu ani hareketinden dolayı korktum. Ne söylenmesi
gerektiğini bilmesem de, bu gibi durumlarda, susmak en iyi seçimdir.
“Beni çok seven büyükbabam hala kayıp ve ailemizden
geriye bir tek babam kaldı. Ailemizin gücü aniden düştü. Geri kalan aileler bu
durumu fırsat bilip üzerimizde hâkimiyet kurmaya çalıştılar. Şövalye kimliğine
sahip olan bir tek ben kaldım fakat benimde kılıcımı savaşta savuracak gücüm
yok…”
Genç kızın vücudu sürekli titriyordu.
Belki bu kızın tam olarak neler yaşadığını
anlamayabilirim ama neler hissettiğini anlayabiliyorum.
Bu iki ay onun için ne anlama geliyordu?
3.seviyeden 7.seviyeye nasıl birden atladığına
bakılırsa, daha önce hiç tecrübe etmediği sıkıntılar çektiğini
hissedebiliyordum.
Fakat ben hala bir ülkenin tamamıyla karşı karşıya
gelmek istemiyorum.
Şu an yanında ağlayan bir kız olmasına rağmen hala
kimliğini kabul edecek cesaretin yoksa, insan olarak sayılabilir misin?
“Üzgünüm.”
Onu yavaşça bağrıma bastım.
“Ben…”
Tam bir şeyler söyleyecektim ki, başını yavaşça kaldırdı
ve beni dudaklarımdan öptü.
Tepki veremeden öce dudaklarını geri çekti ve maskesini
taktı.
“İlerde beni bir daha terk etme tamam mı?”
“Hm”
Beynim durmuştu, resmen durmuştu. O yüzden istemsiz
cevap verdim. Demin… Daha demin, beni öpmüş müydü?
Ve dudaktan?
Ben… Ben ilk öpücüğümü mü aldım?
Dudaklarım da ki koku bunun bir hayal olmadığını
söylüyordu. Irlin beni gerçekten öpmüştü.
“Bu benim ilk öpücüğümdü. O yüzden… Lütfen buna değer
ver.”
Tabi ki de!
Bu arada neden etraftaki insanlar bize tuhaf bir şekilde
bakıyordu?
Yaşadığı şok yüzünden gözleri fal taşı gibi açılmış olan
Howells Amcayı bırak, öte taraftaki masada oturan öğrenci gyoza’sının yarısını
yemişti diğer yarısı da ağzından akıyordu. Ve Irlin’le aynı takım zırhı
giyinmiş olan iki kız… Peki, şu şaşkın bakışınız olmasa iyiydi sanki?
“Ir…Irlin maskesini mi çıkardı?
“Ve birini öptü…”
“Hem de bir erkeği…”
“Korkunç…”
“Evet.”
Burada en çok şaşıran kişi benim, tamam mı? Gerçekten
neler olduğunu bilmek istiyordum.
“Umm…
Her neyse, neden ilk başta bir akşam yemeği yemiyoruz?”
Böyle bir
öneride bulundum.
Ellerine sağlık çok iyidi :) çeviri ve düzenleme için çok teşekkürler
YanıtlaSilsüper bölümdü bu gün bir bölüm daha yokmu
YanıtlaSilAhahah :D Diğerlerinin tepkisi ne olacak acaba ama kız hala ezik değil mi :(
YanıtlaSilellerine salık boyle devam :)
YanıtlaSilBölüm için teşekkürler. İrlin i görmek güzel oldu. Umarım ileride bizim ki hayvanlık yapipta kızı birakmaz
YanıtlaSilElinize sağlık ırkın heroine olsa keşke aliyah denen zibidi yerine
YanıtlaSilEllerine sağlık
YanıtlaSil